KADININ İŞ HAYATINDAKİ YOLCULUĞU: DÜN, BUGÜN VE YARIN -1-
Yazının Giriş Tarihi: 25.06.2025 15:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.06.2025 15:09
Kadınların iş dünyasındaki yolculuğu, görünmeyen emeğin, bastırılan potansiyelin ve yılmadan sürdürülen uzun bir mücadelenin hikâyesidir. Tarım toplumlarından sanayi devrimine, savaş yıllarından günümüze kadar uzanan bu yolculuk; kadınların sadece ev içi rollerle sınırlandırılmasına karşı verdiği bir çabanın ifadesidir. Yüzyıllar boyunca kadınlar; tarım işçisi, çocuk bakımı, ev içi hizmetler gibi alanlarda bir nevi değersiz görülen işlerde çalıştırılmıştır. Oysa İslamiyet öncesidönemlerde dahi Hz. Hatice gibi lider kadın örneklerin olması, bu algının dinsel yadatarihsel değil, ataerkil bir düşünce sisteminin ve kapitalist bir yapının dayatması olduğunu göstermektedir. Kervanlar yöneten, ticaretin merkezinde yer alan Hz. Hatice, sadece döneminin değil, hem ahlaklı hem de itibarlı bir kadın olarak çağlar ötesininde ilham kaynağı olmuştur. Ancak ne yazık ki, kapitalist sistem ve ataerkiltoplumsal yapılar, bu tür figürlerin yolunu kapatmış ve kadınları iş dünyasında hak ettikleri yerden uzaklaştırmışlardır. Bugün dahi kadınlar, eşit temsil ve adil çalışma koşulları için mücadele ederken, bu tarihsel arka planı bilmek ve hatırlamak her zamankinden daha çok önemlidir.
Süreç içinde kadınlar, bedensel varlıkları ve fiziksel güzellikleriyle var olmuş gibi gösterilmiş ve adeta bir metaya dönüştürülmüştür. Zamanla kadının yeri, yalnızca ev içinde ailesinehizmet eden ve çocuklarına bakan bir “ev içi hizmetçi” konumuna indirgenmiştir. Ancak kadınlar verdikleri mücadeleyle, özellikle 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle birlikte, vasıfsız kabul edilen işlerde dahi olsa ev dışında çalışmaya başlamış; böylece ücretli (!) iş hayatına adım atmışlardır. Kadınlar, hem toplumsal baskılara meydan okumuşlar hem de hak ettikleri pozisyonlara gelebilmek için büyük bir mücadele ve fedakârlık örneği ortaya koymuşlardır. Ev ve çocuk gibi toplumsal rollerinden kaynaklanan sorumlulukları da devam ettiği için kadınların yükü iki kat artmıştır. Tüm bu zorluklara rağmen, kadınlar iş hayatında var olabilmek için mücadele etmeye ve çaba göstermeye devam etmişlerdir.
Sanayi Devrimi’nin gelişmesiyle birlikte kadınlar, fabrikalarda ve madenlerde işçi pozisyonlarında zorlu koşullar altında çalışmaya başlamışlardır. Özellikle tekstil fabrikalarında üretimin sürdürülebilmesinde çok önemli roller üstlenmişlerdir. Buna rağmen, ne yazık ki erkeklere oranla daha düşük ücretle çalıştırılmışlar, emekleri sömürüye maruz kalmıştır. Öyle ki, İngiltere’de pamuk fabrikalarındaki katkıları nedeniyle kadınlara “Pamuğun Kraliçesi” lakabı verilmiş; fakat buna rağmen cinsiyetçi ayrımcılık sürmüş, kadınlara eşit ücret ve çalışma koşulları tanınmamıştır.
Yine Sanayi Devrimi’nin getirdiği dönüşümle birlikte kentlerde ev hizmetlerinde çalışmak üzere kadınlara olan ihtiyaç artmıştır. Temizlikçilik, aşçılık gibi işlerde istihdam edilen kadınlar, bu tür hizmetlerde ilk defa ücret karşılığı çalışmaya bağlamışlar;toplumsal cinsiyet kalıplarının ortaya koyduğu algı sebebiyle uzun süre vasıfsız sayılan işlerde istihdam edilmeye devam edilmiştir.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında erkeklerin cepheye gitmesiyle birlikte, bu sefer kadınlar gıdaya erişimi sağlamak ve tarımsal üretimdeki ihtiyaçları karşılayabilmek için büyük roller üstlenmişlerdir. Ayrıca sanayi, tarım ve imalat sektörlerindeki çalışmaları ile ülke ekonomilerine de ciddi katkılarda bulunmaya başlamışlardır. Bununla da sınırlı kalmamış, cephelerde lojistik hizmetlerde görev almış; bazıları bizzat cephede savaşmış, bazıları sağlık hizmetlerinde yaralı askerlerin tedavisiyle ilgilenerek savaş alanlarında da aktif roller üstlenmişlerdir.
Tüm bu gelişmeler, kadınların çalışma hayatına dair geleneksel yargıların sorgulanmasına ve değişmesine zemin hazırlamıştır. Böylece kadınlar, zamanla daha fazla okuma yazma öğrenmeye, temel eğitim almaya başlamışlardır. Ardından kadınlar öğretmen olarak, sağlık alanlarında ebe ve hemşire olarak kamusal alanlardaçalışmaya başlayabilmişlerdir. Daha doğrusu bu alanlarda sınırlı da olsa çalışmalarına izin verilmiştir. Ancak doktor veya cerrah olarak eğitim alma ve bu meslekleri icra edebilme hakkı uzun yıllar kadınlardan esirgenmiştir. Tüm engellemelere rağmen, tıp diploması almayı başaran ‘Elizabeth Blackwell’, tarihe adını yazdıran ilk kadın doktor olmuştur. Tıp eğitimini tamamlamasına rağmen Amerika'da doktor olarak çalışabilmek için büyük mücadeleler vermek zorunda kalmıştır.Üstelik bu mücadeleyi yalnızca kendisi için değil, kadınların tıp alanında uzmanlaşabilmeleri için de vermiş; daha sonra bir okul açarak kadın doktor ve hemşirelerin yetişmesine öncülük etmiş, böylece sağlık alanında kadınların varlığının güçlenmesini sağlamıştır.
Zamanla pek çok kadın, yüksek pozisyonlarda ve lider konumlarda görev almayı başarmışlardır. Dünyaca ünlü kurumsal markaların CEO’luğunu üstlenen, büyük ölçekli Şirketlerin yöneticisi olmak gibi önemli görevlerde bulunarak öncü konumlara gelebilmeyi başaran birçok kadın lider örneği ortaya çıkmıştır. Ancak tüm bu başarı hikâyelerine rağmen, günümüzde bile kadın istihdam oranları; özellikle lider, siyasetçi, akademisyen ve yönetici pozisyonlarında oldukça düşük kalmaktadır. TBMM’de kadın milletvekili oranı 2000’li yıllardan önce yalnızca %4 seviyesindeyken, 2023 yılı itibarıyla bu oran %19,9’a yükselmiştir. Kurumsal iş dünyasında da benzer şekilde, kadın lider ve yönetici oranı oldukça düşük seviyelerde kalmaktadır.
Yine yakın tarihte kadınlar, kamusal alanda başörtüsü yasağı gibi ciddi engellerle karşı karşıya kalmış; bu durum, hem yükseköğretim hakkından mahrum kalmalarına hem de kariyerlerinde duraksamalar yaşamalarına neden olmuştur. Her ne kadar bu tür yasaklar zamanla kaldırılmış ve görünürde bazı kısıtlamalar aşılmış olsa da, hâlâ ataerkil toplumsal yapı ve “cam tavan sendromu” gibi görünmez engeller nedeniyle kadınların iş gücüne katılım oranı istenen seviyeye ulaşamamıştır.
Kadın emeğinin görünür kılınması ve adil şekilde ücretlendirilebilmesi için gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası düzeyde önemli adımlar atılmıştır. Özellikle 1975 yılında başlayan Dünya Kadın Konferansları süreciyle, kadınların toplumsal siyasal ve ekonomik hayata eşit katılımını sağlamak için bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreçte BM’ce hazırlanan ve üye olan diğer ülkelerce kabul edilen vekadınların toplumsal eşitlik adil çalışma koşulları, eşit ücretlendirme, sosyal haklardan faydalanabilme gibi pek çok alanda temel haklara erişimini mümkün kılmıştır.
Kadınların emeğinin görünür kılınması, güvence altına alınması ve eşit biçimde değerlendirilmesi; sadece kadınlar için değil, daha adil ve sürdürülebilir bir toplum için de vazgeçilmezdir. Bu tür gelişmeler kadınların mevcut potansiyelinin ülke katkı sunması anlamında da oldukça önemlidir. Kadınların güçlenmesi sadece bireysel bir mesele değil, toplumların ekonomik ve sosyal anlamda güçlenmesi demektir. Bu nedenle, kadınların güçlenmesini teşvik eden politikaların geliştirilmesi ve uygulanması, hem onların toplumsal yaşamda daha sağlam bir şekilde yer almasını sağlar hem de toplumun bütününe kalıcı bir güç kazandırabilir..
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Fatsa Gazetesi
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
AV. GÜLAY ÇÖRTÜK UÇAR
KADININ İŞ HAYATINDAKİ YOLCULUĞU: DÜN, BUGÜN VE YARIN -1-
Kadınların iş dünyasındaki yolculuğu, görünmeyen emeğin, bastırılan potansiyelin ve yılmadan sürdürülen uzun bir mücadelenin hikâyesidir. Tarım toplumlarından sanayi devrimine, savaş yıllarından günümüze kadar uzanan bu yolculuk; kadınların sadece ev içi rollerle sınırlandırılmasına karşı verdiği bir çabanın ifadesidir. Yüzyıllar boyunca kadınlar; tarım işçisi, çocuk bakımı, ev içi hizmetler gibi alanlarda bir nevi değersiz görülen işlerde çalıştırılmıştır. Oysa İslamiyet öncesidönemlerde dahi Hz. Hatice gibi lider kadın örneklerin olması, bu algının dinsel yadatarihsel değil, ataerkil bir düşünce sisteminin ve kapitalist bir yapının dayatması olduğunu göstermektedir. Kervanlar yöneten, ticaretin merkezinde yer alan Hz. Hatice, sadece döneminin değil, hem ahlaklı hem de itibarlı bir kadın olarak çağlar ötesininde ilham kaynağı olmuştur. Ancak ne yazık ki, kapitalist sistem ve ataerkiltoplumsal yapılar, bu tür figürlerin yolunu kapatmış ve kadınları iş dünyasında hak ettikleri yerden uzaklaştırmışlardır. Bugün dahi kadınlar, eşit temsil ve adil çalışma koşulları için mücadele ederken, bu tarihsel arka planı bilmek ve hatırlamak her zamankinden daha çok önemlidir.
Süreç içinde kadınlar, bedensel varlıkları ve fiziksel güzellikleriyle var olmuş gibi gösterilmiş ve adeta bir metaya dönüştürülmüştür. Zamanla kadının yeri, yalnızca ev içinde ailesinehizmet eden ve çocuklarına bakan bir “ev içi hizmetçi” konumuna indirgenmiştir. Ancak kadınlar verdikleri mücadeleyle, özellikle 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’yle birlikte, vasıfsız kabul edilen işlerde dahi olsa ev dışında çalışmaya başlamış; böylece ücretli (!) iş hayatına adım atmışlardır. Kadınlar, hem toplumsal baskılara meydan okumuşlar hem de hak ettikleri pozisyonlara gelebilmek için büyük bir mücadele ve fedakârlık örneği ortaya koymuşlardır. Ev ve çocuk gibi toplumsal rollerinden kaynaklanan sorumlulukları da devam ettiği için kadınların yükü iki kat artmıştır. Tüm bu zorluklara rağmen, kadınlar iş hayatında var olabilmek için mücadele etmeye ve çaba göstermeye devam etmişlerdir.
Sanayi Devrimi’nin gelişmesiyle birlikte kadınlar, fabrikalarda ve madenlerde işçi pozisyonlarında zorlu koşullar altında çalışmaya başlamışlardır. Özellikle tekstil fabrikalarında üretimin sürdürülebilmesinde çok önemli roller üstlenmişlerdir. Buna rağmen, ne yazık ki erkeklere oranla daha düşük ücretle çalıştırılmışlar, emekleri sömürüye maruz kalmıştır. Öyle ki, İngiltere’de pamuk fabrikalarındaki katkıları nedeniyle kadınlara “Pamuğun Kraliçesi” lakabı verilmiş; fakat buna rağmen cinsiyetçi ayrımcılık sürmüş, kadınlara eşit ücret ve çalışma koşulları tanınmamıştır.
Yine Sanayi Devrimi’nin getirdiği dönüşümle birlikte kentlerde ev hizmetlerinde çalışmak üzere kadınlara olan ihtiyaç artmıştır. Temizlikçilik, aşçılık gibi işlerde istihdam edilen kadınlar, bu tür hizmetlerde ilk defa ücret karşılığı çalışmaya bağlamışlar;toplumsal cinsiyet kalıplarının ortaya koyduğu algı sebebiyle uzun süre vasıfsız sayılan işlerde istihdam edilmeye devam edilmiştir.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında erkeklerin cepheye gitmesiyle birlikte, bu sefer kadınlar gıdaya erişimi sağlamak ve tarımsal üretimdeki ihtiyaçları karşılayabilmek için büyük roller üstlenmişlerdir. Ayrıca sanayi, tarım ve imalat sektörlerindeki çalışmaları ile ülke ekonomilerine de ciddi katkılarda bulunmaya başlamışlardır. Bununla da sınırlı kalmamış, cephelerde lojistik hizmetlerde görev almış; bazıları bizzat cephede savaşmış, bazıları sağlık hizmetlerinde yaralı askerlerin tedavisiyle ilgilenerek savaş alanlarında da aktif roller üstlenmişlerdir.
Tüm bu gelişmeler, kadınların çalışma hayatına dair geleneksel yargıların sorgulanmasına ve değişmesine zemin hazırlamıştır. Böylece kadınlar, zamanla daha fazla okuma yazma öğrenmeye, temel eğitim almaya başlamışlardır. Ardından kadınlar öğretmen olarak, sağlık alanlarında ebe ve hemşire olarak kamusal alanlardaçalışmaya başlayabilmişlerdir. Daha doğrusu bu alanlarda sınırlı da olsa çalışmalarına izin verilmiştir. Ancak doktor veya cerrah olarak eğitim alma ve bu meslekleri icra edebilme hakkı uzun yıllar kadınlardan esirgenmiştir. Tüm engellemelere rağmen, tıp diploması almayı başaran ‘Elizabeth Blackwell’, tarihe adını yazdıran ilk kadın doktor olmuştur. Tıp eğitimini tamamlamasına rağmen Amerika'da doktor olarak çalışabilmek için büyük mücadeleler vermek zorunda kalmıştır.Üstelik bu mücadeleyi yalnızca kendisi için değil, kadınların tıp alanında uzmanlaşabilmeleri için de vermiş; daha sonra bir okul açarak kadın doktor ve hemşirelerin yetişmesine öncülük etmiş, böylece sağlık alanında kadınların varlığının güçlenmesini sağlamıştır.
Zamanla pek çok kadın, yüksek pozisyonlarda ve lider konumlarda görev almayı başarmışlardır. Dünyaca ünlü kurumsal markaların CEO’luğunu üstlenen, büyük ölçekli Şirketlerin yöneticisi olmak gibi önemli görevlerde bulunarak öncü konumlara gelebilmeyi başaran birçok kadın lider örneği ortaya çıkmıştır. Ancak tüm bu başarı hikâyelerine rağmen, günümüzde bile kadın istihdam oranları; özellikle lider, siyasetçi, akademisyen ve yönetici pozisyonlarında oldukça düşük kalmaktadır. TBMM’de kadın milletvekili oranı 2000’li yıllardan önce yalnızca %4 seviyesindeyken, 2023 yılı itibarıyla bu oran %19,9’a yükselmiştir. Kurumsal iş dünyasında da benzer şekilde, kadın lider ve yönetici oranı oldukça düşük seviyelerde kalmaktadır.
Yine yakın tarihte kadınlar, kamusal alanda başörtüsü yasağı gibi ciddi engellerle karşı karşıya kalmış; bu durum, hem yükseköğretim hakkından mahrum kalmalarına hem de kariyerlerinde duraksamalar yaşamalarına neden olmuştur. Her ne kadar bu tür yasaklar zamanla kaldırılmış ve görünürde bazı kısıtlamalar aşılmış olsa da, hâlâ ataerkil toplumsal yapı ve “cam tavan sendromu” gibi görünmez engeller nedeniyle kadınların iş gücüne katılım oranı istenen seviyeye ulaşamamıştır.
Kadın emeğinin görünür kılınması ve adil şekilde ücretlendirilebilmesi için gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası düzeyde önemli adımlar atılmıştır. Özellikle 1975 yılında başlayan Dünya Kadın Konferansları süreciyle, kadınların toplumsal siyasal ve ekonomik hayata eşit katılımını sağlamak için bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreçte BM’ce hazırlanan ve üye olan diğer ülkelerce kabul edilen vekadınların toplumsal eşitlik adil çalışma koşulları, eşit ücretlendirme, sosyal haklardan faydalanabilme gibi pek çok alanda temel haklara erişimini mümkün kılmıştır.
Kadınların emeğinin görünür kılınması, güvence altına alınması ve eşit biçimde değerlendirilmesi; sadece kadınlar için değil, daha adil ve sürdürülebilir bir toplum için de vazgeçilmezdir. Bu tür gelişmeler kadınların mevcut potansiyelinin ülke katkı sunması anlamında da oldukça önemlidir. Kadınların güçlenmesi sadece bireysel bir mesele değil, toplumların ekonomik ve sosyal anlamda güçlenmesi demektir. Bu nedenle, kadınların güçlenmesini teşvik eden politikaların geliştirilmesi ve uygulanması, hem onların toplumsal yaşamda daha sağlam bir şekilde yer almasını sağlar hem de toplumun bütününe kalıcı bir güç kazandırabilir..