“Bilmediğim konular.
Vakti saatinde yaşanmış.
Kimileri sağcı olmuş, kimileri solcu.
Yaşımız elvermedi, göremedik.
Sadece anlatılanlardan öğrendik.”
Demek isterdim ama öyle değil.
Ucundan bucağından şahit olmuşluğumuz var az da olsa.
O günlerin genç kuşağından hangisine sorsanız, saatlerce anlatacakları hikâyeleri var.
Kimi kendi, kimi akrabası, kimi dostunun dilinden, yaşananları…
Bir hane içinde de zuhur etti karşıtlık, bir mahallede de.
Bir mezarlığı ayrı köşelerine defnedilenler de oldu vakar içinde, şaşalı gösteriler sonrasında toprakla buluşanlar da.
Cezaevlerinin soğuk duvarlarına yasladılar sırtlarını, tek güvenli dayanak gördüklerinden.
Aynı koğuşu paylaştılar, düşman bildikleri yaşıtlarıyla.
Önce selam verdiler zoraki de olsa birbirlerine sonra da bir dilim ekmek.
Aynı acıyı hissettiler yüreklerinde ama farklı tonlarda.
Aynı gökyüzüne baktılar ama farklı renklerde.
Aynı havayı soludular ama farklı gaye ile.
Aynı sonu yaşadılar ama hep birlikte.
Aradan yıllar geçti.
Acılar unutuldu, kinler toprağa gömüldü.
Herkes kendine bir ders çıkardı.
Neden dedi, nasıl dedi, niçin dedi.
Birlikte üretmek, birlikte kazanmak, birlikte yüceltmek varken, neden?
Öyle olması da gerekmiyor muydu?
Kendisi için değil milleti için verdiğine inandığı davasına hizmet eden insanın şahsi hesabı olabilir miydi?
Esasında da yoktu.
Birileri hariç!
Ve o birileri hep vardı ve de var olmaya devam edecekti.
Bu gün de var olduğu gibi…
Her devrin, her dönemin gerekçeleri farklı olsa da…
İnsan kaynağında sıkıntı yoktu onların cephesinde.
Tap taze ve dip diri, heyecanın doruğunda bir gençlik; her 20 yılda yetişiyordu nasıl olsa.
Şucu olmuş, bucu olmuş, oralı olmuş, buralı olmuş fark etmez.
Ne teninin rengi, ne kıblesinin yönü…
Yeter ki gönüllerini kazanabilsinler, onlar için seve seve ölüme gidecekleri bir ideale inandırabilsinler.
Ölümün maliyeti ucuzdu, yaşatmanın ise pahalı. Bunu onlar da gayet iyi biliyorlardı ve öyle de yaptılar.
Hep buldular, hep de öldürdüler.
Halen daha öldürmeye devam ediyorlar.
Geçmişin yaşanmışlıklarından kendine kulvar açanlar, geçmişin yıkıntılarından servet kazananlar yeniden boy gösteriyor.
“Kendi payıma bir şey istemiyorum” sözünü de gayet yüksek perdeden dillendiriyorlar.
Lakin onlar farkında olmasalar da, ağa babalarını zengin ettiklerinin farkında bu millet.
Fatsa ile Kobani’yi birbirine bağlayanlar…
Fatsa’nın küllenmiş tarihini deşeleyip “Acaba bir kıvılcım çakabilir miyiz” diye düşünenler…
Boşa uğraşmayın!
Belki körpe gençleri kandırabilirsiniz ama o günlerin acısını yaşamış ve halen daha nefes alan, acısını yüreğine gömmüş insanları karşınızda bulursunuz.
Hem de her kesimden.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Fatsa Gazetesi
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet ÖZMADEN
FATSA’NIN GEÇMİŞİNDEN KOBANE’YE…
Vakti saatinde yaşanmış.
Kimileri sağcı olmuş, kimileri solcu.
Yaşımız elvermedi, göremedik.
Sadece anlatılanlardan öğrendik.”
Demek isterdim ama öyle değil.
Ucundan bucağından şahit olmuşluğumuz var az da olsa.
O günlerin genç kuşağından hangisine sorsanız, saatlerce anlatacakları hikâyeleri var.
Kimi kendi, kimi akrabası, kimi dostunun dilinden, yaşananları…
Bir hane içinde de zuhur etti karşıtlık, bir mahallede de.
Bir mezarlığı ayrı köşelerine defnedilenler de oldu vakar içinde, şaşalı gösteriler sonrasında toprakla buluşanlar da.
Cezaevlerinin soğuk duvarlarına yasladılar sırtlarını, tek güvenli dayanak gördüklerinden.
Aynı koğuşu paylaştılar, düşman bildikleri yaşıtlarıyla.
Önce selam verdiler zoraki de olsa birbirlerine sonra da bir dilim ekmek.
Aynı acıyı hissettiler yüreklerinde ama farklı tonlarda.
Aynı gökyüzüne baktılar ama farklı renklerde.
Aynı havayı soludular ama farklı gaye ile.
Aynı sonu yaşadılar ama hep birlikte.
Aradan yıllar geçti.
Acılar unutuldu, kinler toprağa gömüldü.
Herkes kendine bir ders çıkardı.
Neden dedi, nasıl dedi, niçin dedi.
Birlikte üretmek, birlikte kazanmak, birlikte yüceltmek varken, neden?
Öyle olması da gerekmiyor muydu?
Kendisi için değil milleti için verdiğine inandığı davasına hizmet eden insanın şahsi hesabı olabilir miydi?
Esasında da yoktu.
Birileri hariç!
Ve o birileri hep vardı ve de var olmaya devam edecekti.
Bu gün de var olduğu gibi…
Her devrin, her dönemin gerekçeleri farklı olsa da…
İnsan kaynağında sıkıntı yoktu onların cephesinde.
Tap taze ve dip diri, heyecanın doruğunda bir gençlik; her 20 yılda yetişiyordu nasıl olsa.
Şucu olmuş, bucu olmuş, oralı olmuş, buralı olmuş fark etmez.
Ne teninin rengi, ne kıblesinin yönü…
Yeter ki gönüllerini kazanabilsinler, onlar için seve seve ölüme gidecekleri bir ideale inandırabilsinler.
Ölümün maliyeti ucuzdu, yaşatmanın ise pahalı. Bunu onlar da gayet iyi biliyorlardı ve öyle de yaptılar.
Hep buldular, hep de öldürdüler.
Halen daha öldürmeye devam ediyorlar.
Geçmişin yaşanmışlıklarından kendine kulvar açanlar, geçmişin yıkıntılarından servet kazananlar yeniden boy gösteriyor.
“Kendi payıma bir şey istemiyorum” sözünü de gayet yüksek perdeden dillendiriyorlar.
Lakin onlar farkında olmasalar da, ağa babalarını zengin ettiklerinin farkında bu millet.
Fatsa ile Kobani’yi birbirine bağlayanlar…
Fatsa’nın küllenmiş tarihini deşeleyip “Acaba bir kıvılcım çakabilir miyiz” diye düşünenler…
Boşa uğraşmayın!
Belki körpe gençleri kandırabilirsiniz ama o günlerin acısını yaşamış ve halen daha nefes alan, acısını yüreğine gömmüş insanları karşınızda bulursunuz.
Hem de her kesimden.