“Ülkeler arası sınırlarda ya da davetlerde elçilik görevlilerinin devletlere göre itibar dereceleri var mı? Diye sorduğumda; olmaz olur mu, tabii ki var. Bazen neden onlar kadar itibarımız yok diye hüzünlenirim. Dedi.
Amerika’da yaşayan sosyalist ve “hasta Atatürkçü” arkadaşımla sohbet ederken bir ara “Bosna çok güzel, keşke Osmanlı elinden çıkarmasaydı.”
Hani sen dünya vatandaşı idin ve Osmanlı düşmanı idin? Diye sordum. O başka bu başka dedi geçiştirdi. İleri gitmedim.
İnsanoğlunun yaradılışından bu yana ruhunda –az ya da çok- ben olmak duygusu vardır. Bu içinde yaşadığı toplumlara da sirayet eder.
Hiçbir toplum yoktur ki; kendisini ayrıcalıklı görmesin. Yaşadığı dünyada diğer toplumlardan kültürü ile yaşam felsefesi ile bir adım önde görmesin.
Ben olmak!..
Her ne kadar ketumluğu, ihtirası ve bencilliği çağrıştırsa da, bireyleri ve dolayısıyla toplumları ileriye taşıyan, başarıya ulaştıran önemli bir duygudur.
Nitekim…
Liderler yönettikleri toplumları bu yönde motive ederler. “En büyük,en kültürlü,en medeni,en zengin biziz!..”
Tarih bazı milletlere bu özelliği süreç içerisinde ketum davranmış bazılarına ise fazlası ile bahşetmiştir.
Bu milletler isteseler de, istemeseler de sahip oldukları bu özellikleri ile yaşamak zorundadırlar. Tarihin uzun yolculuğunda nesiller bu özelliklerini fazlası ile kullandıkları gibi, tam tersi kendilerinden bihaber yaşadıkları da görülmüştür.
İşte bu zamanlarda şartlar ve çevre toplumları bu hafıza kaybına izin vermezler.
İşin esas can alıcı noktası burasıdır. Ya kendilerine gelirler yıldızları parlar ya da tarih sahnesinden kaybolup giderler.
Ne yazık ki ülkemiz olarak bu anları yaşıyoruz.
Bu günlerde tarih bize;
Yüzyıllar boyu sabırla yüklediği, bazen dibe vurdurarak bazen de en tepelerde yıldızımız parlayarak bu özelliğimizin idrakine varamamanın aymazlığını yaşatmakta.
Burada uzun-uzun örneklemeler yapmamızın gereği yok. Ama iki dakika oturup şu birbirine bağlı üç soruyu kendimize sorduğumuzda, ne durumda olduğumuzun idrakine varacağımıza eminim.
O üç soruyu sormadan önce şunu belirteyim;
Benim derdim kişiler, ideolojiler değil. Tarihi süreç içerisinde milletler devletler kurar, devletler yıkarlar. Elbette (yanlış hesap ve ihtirasla) devletleri yıkan liderler olacaktır… Ve elbette milletleri bataklıktan kurtaran kurtarıcılar çıkacaktır.
Ya da kurdukları devleti şu veya bu ideolojilerle yöneteceklerdir. Bunlar olağan şeylerdir. Önemli olan milletin kim olduğunun bilincinde olmasıdır.
Zaten,
Onlar olmasa ne kurabiliriz ne de kurtulabiliriz. Uzun tarih sahnesinde bunlar olağan şeylerdir… Liderler olmasalardı biz tarih sahnesinden çoktan silinmiştik. Batırıcıları lanetlemek, kurtarıcıları arşa çıkarmak işin kolay ve aciz tarafıdır.
Asıl önemlisi;
Devleti kurduğumuzda hür ve müreffeh nasıl yaşayacağımızın hesaplarını yapmaktır.
Sözün özü, ben olmasını bilemeyen toplumların sonu ya marabalık ya da helaktir.
Üç soruya gelince;
Ne idik? Neyiz? …Ve ne olacağız?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yakup HALICI
BEN OLAMAMANIN HANDİKAPI!..
Konsolos olan arkadaşıma bir gün,
“Ülkeler arası sınırlarda ya da davetlerde elçilik görevlilerinin devletlere göre itibar dereceleri var mı? Diye sorduğumda; olmaz olur mu, tabii ki var. Bazen neden onlar kadar itibarımız yok diye hüzünlenirim. Dedi.
Amerika’da yaşayan sosyalist ve “hasta Atatürkçü” arkadaşımla sohbet ederken bir ara “Bosna çok güzel, keşke Osmanlı elinden çıkarmasaydı.”
Hani sen dünya vatandaşı idin ve Osmanlı düşmanı idin? Diye sordum. O başka bu başka dedi geçiştirdi. İleri gitmedim.
İnsanoğlunun yaradılışından bu yana ruhunda –az ya da çok- ben olmak duygusu vardır. Bu içinde yaşadığı toplumlara da sirayet eder.
Hiçbir toplum yoktur ki; kendisini ayrıcalıklı görmesin. Yaşadığı dünyada diğer toplumlardan kültürü ile yaşam felsefesi ile bir adım önde görmesin.
Ben olmak!..
Her ne kadar ketumluğu, ihtirası ve bencilliği çağrıştırsa da, bireyleri ve dolayısıyla toplumları ileriye taşıyan, başarıya ulaştıran önemli bir duygudur.
Nitekim…
Liderler yönettikleri toplumları bu yönde motive ederler. “En büyük,en kültürlü,en medeni,en zengin biziz!..”
Tarih bazı milletlere bu özelliği süreç içerisinde ketum davranmış bazılarına ise fazlası ile bahşetmiştir.
Bu milletler isteseler de, istemeseler de sahip oldukları bu özellikleri ile yaşamak zorundadırlar. Tarihin uzun yolculuğunda nesiller bu özelliklerini fazlası ile kullandıkları gibi, tam tersi kendilerinden bihaber yaşadıkları da görülmüştür.
İşte bu zamanlarda şartlar ve çevre toplumları bu hafıza kaybına izin vermezler.
İşin esas can alıcı noktası burasıdır. Ya kendilerine gelirler yıldızları parlar ya da tarih sahnesinden kaybolup giderler.
Ne yazık ki ülkemiz olarak bu anları yaşıyoruz.
Bu günlerde tarih bize;
Yüzyıllar boyu sabırla yüklediği, bazen dibe vurdurarak bazen de en tepelerde yıldızımız parlayarak bu özelliğimizin idrakine varamamanın aymazlığını yaşatmakta.
Burada uzun-uzun örneklemeler yapmamızın gereği yok. Ama iki dakika oturup şu birbirine bağlı üç soruyu kendimize sorduğumuzda, ne durumda olduğumuzun idrakine varacağımıza eminim.
O üç soruyu sormadan önce şunu belirteyim;
Benim derdim kişiler, ideolojiler değil. Tarihi süreç içerisinde milletler devletler kurar, devletler yıkarlar. Elbette (yanlış hesap ve ihtirasla) devletleri yıkan liderler olacaktır… Ve elbette milletleri bataklıktan kurtaran kurtarıcılar çıkacaktır.
Ya da kurdukları devleti şu veya bu ideolojilerle yöneteceklerdir. Bunlar olağan şeylerdir. Önemli olan milletin kim olduğunun bilincinde olmasıdır.
Zaten,
Onlar olmasa ne kurabiliriz ne de kurtulabiliriz. Uzun tarih sahnesinde bunlar olağan şeylerdir… Liderler olmasalardı biz tarih sahnesinden çoktan silinmiştik. Batırıcıları lanetlemek, kurtarıcıları arşa çıkarmak işin kolay ve aciz tarafıdır.
Asıl önemlisi;
Devleti kurduğumuzda hür ve müreffeh nasıl yaşayacağımızın hesaplarını yapmaktır.
Sözün özü, ben olmasını bilemeyen toplumların sonu ya marabalık ya da helaktir.
Üç soruya gelince;
Ne idik? Neyiz? …Ve ne olacağız?