Bu sözü bana mimarlık okuluna başladığımın daha ikinci haftasında ders asistanım söylemişti. Adı hala aklımda… Dillendirmemin bir alamı yok.
Adam neyime gıcık kapmıştı?
Yeteneğimin ölçüsünü anlayabilecek ne vakti olmuştu ne de bu konuda kabiliyeti olduğunu zannetmiyorum.
Muhtemeldir ki kanca bıyıklarıma takmıştı.
Mimarlık mesleği sanat olduğu kadar insanın yetiştiği sosyal çevre ve hayat felsefesi ile de yakından alakalıdır.
Size ders veren hocanız yetiştiğiniz çevreden bihaberse, fikren de uzak ve mesafeli ise; ağzınızla kuş kapsanız yaranamazsınız.
Hâlbuki onun vazifesi mesleğinin ana prensiplerini öğretmekten ibarettir.
O yıllarda okul ders müfredatlarında sanat tarihi dersinde (her nedense) Selçuklu ve Osmanlı Mimarisi konusunda numunelik diyebileceğimiz konuları dahi görmedik. Varsa yoksa Yunan, Eski Mısır ve Roma Mimarisi…
Hangi topraklarda yaşıyorsun, hangi pınarın suyundan nasiplendin, senin için hangi değerler önceliklidir hiçbir önemi yoktu.
Sen nerelisin sorusundan önce “nesin” sorusu öncelikli gelirdi.
Bütün hayat “ben buyum” cevabı üzerinden kurgulanırdı.
….Ve sanki ya gökten zembille inmişsiniz ya da topraktan öylesine peydahlanmışsınız.
Yirminci yüzyıl ideolojiler yüzyılı diye anılacak derim. Her şeyin ve insanların kendini ve karşıtını ideolojiler üzerinden tariflendiği, toplumların bu perspektifle yönetildiği düşman ya da rakiplerin de bunun üzerinden tasfiye edilmeye çalışıldığı, dostların ideolojiler üzerinden değerlendirildiği yüzyıldır.
Geçen günlerde,
Bir arkadaşım “siz Türkçüler” diye başladığı cümlesini sanki ayrı dünyaların insanıymışız gibi devam ettirdi.
Bir dakika dedim,
Senin dünyaya gelmene sebep olan annen ve baban bu toprakların insanı değil mi? Doğumundan bu güne kadar bu topraklarda yaşamadın mı? Bu toprağın kültürü ile yoğrulmadın mı?
Öyleyse, seni sen yapan, kişiliğinin oluşmasında katkıları bulunan bu topraklardan soyut-musun ki bir faninin icat ettiği ideolojiyi yaratılış kimliğinden ve fıtratından üstün tutarsın?
Elbette,
Toplum katmanlarının yaşam anlayışlarında, hayata bakışlarında çeşitli farklılıklar vardır.
Ama toplumu bir arada tutan değerleri yok saymak, sırf aykırı, ayrıcalıklı olmak veya tahakküm aracı olarak kullanmak için yoktan idoller, kurtarıcılar, ideolojiler üretmek yüzyıllarca milim-milim oluşmuş tabiatı tarumar edip yeniden şekillendirmek istemek değil midir?
İdeolojiler üzerinden toplumu zapturapt altına almak, katliam yapmak hangi aklın ürünü diye düşündüğümüzde vara-vara el kadar üç-beş yılda yazılmış kitaplardan öteye gidemeyiz. Yine (günümüz tabiriyle) algı operasyonlarını görürüz.
Bu konuda,
“O kadar da ucuz değil.” Diyenleriniz çıkacaktır. Bir eserin uzmanlık ve yılların birikimi olduğunu hatırlatabilirsiniz.
Ancak,
Yüzyılların ilmek-ilmek dokuduğu, tecrübe üzerine tecrübe yaşandığı sayısız bedeller ödendiği hayat yolunda hangi “idolün eserleri” baskın çıkabilir ki?
Toplumu hallaç pamuğu gibi savuran Ekim Devrimi ve sonrası, Sibirya sürgünleri, Hitler Almanya’sının mezalimleri ve kıyımları… Din, mezhep savaşları, nice fidanların toprağa serildiği 80 öncesi kavgaları değdi mi/değer-miydi?
İnsanın kendi canından-kanından, toprağından olanlara “kutsal idealler uğruna” zulmetmesi (diyelim ki) kuracağı/kurduğu düzen hayır eder mi?
Tecrübe edilmemiş, savunanların dahi kendini disipline edememiş bir ideoloji nasıl olurda geleceğe umut olur?
Toplumun değerlerinin bir kısmını allayıp-pullayıp hayatın kendisiymiş gibi topluma dayatmak akla ziyandan öte topluma ihanet değil de nedir?
Kısaca,
Her türlü fikri, zikri ve fiili zulüm ile kimler abat olmuş ki?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Fatsa Gazetesi
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yakup HALICI
SEN MİMAR OLAMAZSIN, KÖYÜNE DÖN!..
Bu sözü bana mimarlık okuluna başladığımın daha ikinci haftasında ders asistanım söylemişti. Adı hala aklımda… Dillendirmemin bir alamı yok.
Adam neyime gıcık kapmıştı?
Yeteneğimin ölçüsünü anlayabilecek ne vakti olmuştu ne de bu konuda kabiliyeti olduğunu zannetmiyorum.
Muhtemeldir ki kanca bıyıklarıma takmıştı.
Mimarlık mesleği sanat olduğu kadar insanın yetiştiği sosyal çevre ve hayat felsefesi ile de yakından alakalıdır.
Size ders veren hocanız yetiştiğiniz çevreden bihaberse, fikren de uzak ve mesafeli ise; ağzınızla kuş kapsanız yaranamazsınız.
Hâlbuki onun vazifesi mesleğinin ana prensiplerini öğretmekten ibarettir.
O yıllarda okul ders müfredatlarında sanat tarihi dersinde (her nedense) Selçuklu ve Osmanlı Mimarisi konusunda numunelik diyebileceğimiz konuları dahi görmedik. Varsa yoksa Yunan, Eski Mısır ve Roma Mimarisi…
Hangi topraklarda yaşıyorsun, hangi pınarın suyundan nasiplendin, senin için hangi değerler önceliklidir hiçbir önemi yoktu.
Sen nerelisin sorusundan önce “nesin” sorusu öncelikli gelirdi.
Bütün hayat “ben buyum” cevabı üzerinden kurgulanırdı.
….Ve sanki ya gökten zembille inmişsiniz ya da topraktan öylesine peydahlanmışsınız.
Yirminci yüzyıl ideolojiler yüzyılı diye anılacak derim. Her şeyin ve insanların kendini ve karşıtını ideolojiler üzerinden tariflendiği, toplumların bu perspektifle yönetildiği düşman ya da rakiplerin de bunun üzerinden tasfiye edilmeye çalışıldığı, dostların ideolojiler üzerinden değerlendirildiği yüzyıldır.
Geçen günlerde,
Bir arkadaşım “siz Türkçüler” diye başladığı cümlesini sanki ayrı dünyaların insanıymışız gibi devam ettirdi.
Bir dakika dedim,
Senin dünyaya gelmene sebep olan annen ve baban bu toprakların insanı değil mi? Doğumundan bu güne kadar bu topraklarda yaşamadın mı? Bu toprağın kültürü ile yoğrulmadın mı?
Öyleyse, seni sen yapan, kişiliğinin oluşmasında katkıları bulunan bu topraklardan soyut-musun ki bir faninin icat ettiği ideolojiyi yaratılış kimliğinden ve fıtratından üstün tutarsın?
Elbette,
Toplum katmanlarının yaşam anlayışlarında, hayata bakışlarında çeşitli farklılıklar vardır.
Ama toplumu bir arada tutan değerleri yok saymak, sırf aykırı, ayrıcalıklı olmak veya tahakküm aracı olarak kullanmak için yoktan idoller, kurtarıcılar, ideolojiler üretmek yüzyıllarca milim-milim oluşmuş tabiatı tarumar edip yeniden şekillendirmek istemek değil midir?
İdeolojiler üzerinden toplumu zapturapt altına almak, katliam yapmak hangi aklın ürünü diye düşündüğümüzde vara-vara el kadar üç-beş yılda yazılmış kitaplardan öteye gidemeyiz. Yine (günümüz tabiriyle) algı operasyonlarını görürüz.
Bu konuda,
“O kadar da ucuz değil.” Diyenleriniz çıkacaktır. Bir eserin uzmanlık ve yılların birikimi olduğunu hatırlatabilirsiniz.
Ancak,
Yüzyılların ilmek-ilmek dokuduğu, tecrübe üzerine tecrübe yaşandığı sayısız bedeller ödendiği hayat yolunda hangi “idolün eserleri” baskın çıkabilir ki?
Toplumu hallaç pamuğu gibi savuran Ekim Devrimi ve sonrası, Sibirya sürgünleri, Hitler Almanya’sının mezalimleri ve kıyımları… Din, mezhep savaşları, nice fidanların toprağa serildiği 80 öncesi kavgaları değdi mi/değer-miydi?
İnsanın kendi canından-kanından, toprağından olanlara “kutsal idealler uğruna” zulmetmesi (diyelim ki) kuracağı/kurduğu düzen hayır eder mi?
Tecrübe edilmemiş, savunanların dahi kendini disipline edememiş bir ideoloji nasıl olurda geleceğe umut olur?
Toplumun değerlerinin bir kısmını allayıp-pullayıp hayatın kendisiymiş gibi topluma dayatmak akla ziyandan öte topluma ihanet değil de nedir?
Kısaca,
Her türlü fikri, zikri ve fiili zulüm ile kimler abat olmuş ki?