Yaklaşık 55 sene önceye ait bir hatıradır.
Perşembe ilçesine 20 km uzaklıkta bir sahil köyünde ikamet ediyorduk. Bulunduğumuz mahallede yedi hane vardı. O zamanlar ülkenin sadece üçte birinde elektrik olduğu için köylerde elektrik yoktu. Gündüz gün ışığı ile aydınlanır geceleri ise gaz lambası ile…
Mahallenin elinde fındık hariç paraya çevrilecek bir şey yoktu. Zaten en fazla fındığı olan kişinin bir ton ancak olurdu. Onu da kendimiz toplardık. İlaç ve gübre gibi şeyleri bilmezdik. Her gün yiyeceğimizi karşılamak için çalışırdık. Paramızı ancak gazyağı, tuz, şeker, yağ gibi şeyler için harcayabilirdik. Hâsılı zor günlerdi.
Köyün erkekleri gurbete giderdi. Gurbet dedimse büyük kayıklarda mevsimlik balıkçılık yapmak için gidiler beş veya altı ay sonra eve dönülürdü. Bu süre içinde alış-verişler mahalle bakkalından çoğu veresiye olarak yapılırdı.
Elektrik olmadığı gibi sularımız da evimize akmazdı. Mahalle çeşmesinden güğüm ve muhtelif şeylerle eve su taşınırdı. Yemek, temizlik, banyo, bulaşık vs taşıma suyla yapılırdı.
O zamanlarda deterjan denilen şey ile daha tanışmamıştı kadınlar. Çamaşırlar ve bulaşıklar sabun ile yıkanırdı.
Günlerden bir gün gurbette olan babam eve geldi. Biz çocuklar çok sevindik. Belli bir süre bütün aile bir arada olacaktı. Ta ki babam ve babalarımız tekrar gurbete gidene kadar.
Herkesin babası gibi benim babamda eli boş dönmezdi. Kendince hediyeler alırdı. Çocuklar için bu giyecek türünden bir şey olurdu.
Yine bir gurbet dönüşünde babam anamı yanı çağırarak “Bak sana ne getirdim” dedi. Valizin içinden dışı jelatinli içinde beyaz renkli kaygan bir şey olan poşet benzeri bir şeyi ortaya koydu. Kabında “Güneş” yazıyordu. Bu yazının gelen şeyin markası olduğunu yıllar sonra öğrendim. Babam rahmetli anama hitaben “Buna Güneş Sabunu derler, bulaşıklar bununla daha güzel yıkanıyor” dedi.
Rahmetli anam bir önünde duran her tarafı kapalı plastik torbaya, bir de babama baktı. Babam plastik torbanın ağzını açtı. Parmaklarıyla macun kıvamında olan maddeden fındık büyüklüğünde macunu alıp bir kabın içine koydu. Sonra kaba ılık su döktü. Kısa bir süre sonra bol köpüklü bir su oldu.
Meğer getirdiği şey jel deterjan imiş. Biz daha önce bilmediğimiz için anlamadık. O akşam bulaşıkları babam yıkadı. Tabii bunu anama öğretmek için. Anam hayretler içinde babamı seyrediyor, çıkan sonuca da seviniyordu. Demek bulaşık yıkamanın böyle kolay yolu da oluyordu diye.
Babamın getirdiği bulaşık deterjanının namı kısa sürede önce bizim mahalleye sonra bizim köye yayıldı. Ancak bakkallarda böyle şeyler olmuyordu. Zaman içinde ilçe merkezinde de olduğu öğrenilince bütün köylü pazartesi günlerini iple çekmeye başladı. Çünkü ilçe merkezinde yani Perşembe’de pazartesi günü “pazar” kurulurdu.
Daha sonra büyük torbalardan küçük kaplara sığdırdılar jel deterjanları. Şimdi ise sıvı hale dönüştü. Ancak sıvı hale dönüşmeden önceki imtiyazı şimdi yok. Hatta bulaşık makinelerinden sonra sıvı deterjanların bile hükümranlığı sona erdi.
Babamın “Hanım bu güneş sabunu” demesi hiç aklımdan çıkmıyor. Meğer “Güneş sabunu” diye tarif ettiği şeyin markası “güneş” idi. Sabununu da babam uydurdu. Ne yapsın! Sabun gibi hatta sabundan daha çok köpürüyor, sabundan daha çok temizliyordu.
Aradan yarım asırdan fazla zaman geçti. Nerde bir jel temizlik maddesi görsem babamın seneler önce getirdiği devasa büyüklükte kabın içine konulmuş deterjanı hatırlarım. Tabii bir de rahmetli anamın önce inanmayan, sonra hayretle bakan gözlerini…
Şimdi anam yaşamıyor ama deterjanlar çok şekil değiştirdi. Markaları bile çeşitlendi.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ZEKİ ORDU
GÜNEŞ SABUNU
Yaklaşık 55 sene önceye ait bir hatıradır.
Perşembe ilçesine 20 km uzaklıkta bir sahil köyünde ikamet ediyorduk. Bulunduğumuz mahallede yedi hane vardı. O zamanlar ülkenin sadece üçte birinde elektrik olduğu için köylerde elektrik yoktu. Gündüz gün ışığı ile aydınlanır geceleri ise gaz lambası ile…
Mahallenin elinde fındık hariç paraya çevrilecek bir şey yoktu. Zaten en fazla fındığı olan kişinin bir ton ancak olurdu. Onu da kendimiz toplardık. İlaç ve gübre gibi şeyleri bilmezdik. Her gün yiyeceğimizi karşılamak için çalışırdık. Paramızı ancak gazyağı, tuz, şeker, yağ gibi şeyler için harcayabilirdik. Hâsılı zor günlerdi.
Köyün erkekleri gurbete giderdi. Gurbet dedimse büyük kayıklarda mevsimlik balıkçılık yapmak için gidiler beş veya altı ay sonra eve dönülürdü. Bu süre içinde alış-verişler mahalle bakkalından çoğu veresiye olarak yapılırdı.
Elektrik olmadığı gibi sularımız da evimize akmazdı. Mahalle çeşmesinden güğüm ve muhtelif şeylerle eve su taşınırdı. Yemek, temizlik, banyo, bulaşık vs taşıma suyla yapılırdı.
O zamanlarda deterjan denilen şey ile daha tanışmamıştı kadınlar. Çamaşırlar ve bulaşıklar sabun ile yıkanırdı.
Günlerden bir gün gurbette olan babam eve geldi. Biz çocuklar çok sevindik. Belli bir süre bütün aile bir arada olacaktı. Ta ki babam ve babalarımız tekrar gurbete gidene kadar.
Herkesin babası gibi benim babamda eli boş dönmezdi. Kendince hediyeler alırdı. Çocuklar için bu giyecek türünden bir şey olurdu.
Yine bir gurbet dönüşünde babam anamı yanı çağırarak “Bak sana ne getirdim” dedi. Valizin içinden dışı jelatinli içinde beyaz renkli kaygan bir şey olan poşet benzeri bir şeyi ortaya koydu. Kabında “Güneş” yazıyordu. Bu yazının gelen şeyin markası olduğunu yıllar sonra öğrendim. Babam rahmetli anama hitaben “Buna Güneş Sabunu derler, bulaşıklar bununla daha güzel yıkanıyor” dedi.
Rahmetli anam bir önünde duran her tarafı kapalı plastik torbaya, bir de babama baktı. Babam plastik torbanın ağzını açtı. Parmaklarıyla macun kıvamında olan maddeden fındık büyüklüğünde macunu alıp bir kabın içine koydu. Sonra kaba ılık su döktü. Kısa bir süre sonra bol köpüklü bir su oldu.
Meğer getirdiği şey jel deterjan imiş. Biz daha önce bilmediğimiz için anlamadık. O akşam bulaşıkları babam yıkadı. Tabii bunu anama öğretmek için. Anam hayretler içinde babamı seyrediyor, çıkan sonuca da seviniyordu. Demek bulaşık yıkamanın böyle kolay yolu da oluyordu diye.
Babamın getirdiği bulaşık deterjanının namı kısa sürede önce bizim mahalleye sonra bizim köye yayıldı. Ancak bakkallarda böyle şeyler olmuyordu. Zaman içinde ilçe merkezinde de olduğu öğrenilince bütün köylü pazartesi günlerini iple çekmeye başladı. Çünkü ilçe merkezinde yani Perşembe’de pazartesi günü “pazar” kurulurdu.
Daha sonra büyük torbalardan küçük kaplara sığdırdılar jel deterjanları. Şimdi ise sıvı hale dönüştü. Ancak sıvı hale dönüşmeden önceki imtiyazı şimdi yok. Hatta bulaşık makinelerinden sonra sıvı deterjanların bile hükümranlığı sona erdi.
Babamın “Hanım bu güneş sabunu” demesi hiç aklımdan çıkmıyor. Meğer “Güneş sabunu” diye tarif ettiği şeyin markası “güneş” idi. Sabununu da babam uydurdu. Ne yapsın! Sabun gibi hatta sabundan daha çok köpürüyor, sabundan daha çok temizliyordu.
Aradan yarım asırdan fazla zaman geçti. Nerde bir jel temizlik maddesi görsem babamın seneler önce getirdiği devasa büyüklükte kabın içine konulmuş deterjanı hatırlarım. Tabii bir de rahmetli anamın önce inanmayan, sonra hayretle bakan gözlerini…
Şimdi anam yaşamıyor ama deterjanlar çok şekil değiştirdi. Markaları bile çeşitlendi.