Yetmişli yıllardı. Ülkenin üçte birinde elektrik vardı. Elektrik olan yerler ise daha çok ilçe ve il merkezleriydi. Bazı beldelerde de bulunduğu olurdu.
Köylere elektrik yetmişli yılların sonlarına doğru gelmeye başladı. Elektriğe ulaşan köyler kendilerini daha şanslı hissediyorlardı.
Ülkeden yetmişli yılların başlarında televizyonlar yayına girmişti. Ancak elektrik olmadığı için evlere alınmıyordu.
Günlerden bir gün eniştem eve 30 ekran bir televizyon getirdi. Biz bunun nasıl çalışacağını merak ederken; araba aküsüyle çalışabileceğini öğrendik. Tabii eve bir de akü aldık.
İlk günlerin heyecanı ile televizyonu çalıştırırken daha üç gün geçmeden akü bitti. Yani artık daha şarj edemiyordu. Köyümüzün ilçeye uzaklığı 20 km kadardı ve yoldan günde beş veya altı araba anca geçiyordu.
Biz saatlerce yoldan geçen arabayı beklerdik. Bu tam iki üç saatimizi aldığı oluyordu. Şarj etmeyen aküyü ilçe merkezine götürüp onu şarj edecek hale gelinceye kadar orada bırakıp gelirdik. Bir gün sonra tekrar ilçeye gidip “dolmuş olan” aküyü yine aynı merasimle eve getirirdik.
Bu uzun süre böyle devam etti. Evimize elektrik gelmeden üç yıl önce akülü televizyon gelmişti. Biz bu televizyonu artık her programda açmıyor aküsün uzun süre dayanmasını sağlıyorduk.
Ne zamanki köyümüze elektrik geldi artık televizyonumuzu fişe takarak çalıştırmaya başladık.
Kısa zamanda bütün köylü televizyon almaya başladı. Zaten kimin evinin üzerinde anten varsa o evde televizyon vardı demekti. Yani anten demek televizyon demekti.
Elektrik gelmeden önce köy kahveleri de akü ile çalışan televizyonlar almıştı. Erkekler futbol maçlarını buradan takip ederken haftanın bir akşamı kahveler kadınlara bırakılır ve o gece Türk filmi seyrederlerdi.
Elektriğin gelmesiyle kadınların kahveye değil de komşuya gitmeleri sağlanmış oldu.
Siyah beyaz televizyonlarda en çok sabaha karşı olan Muhammed Ali Kıley’in maçlarını seyretmek en büyük meraklarımızdandı.
Yetmişli yıların sonunda başlayan bu yolculuk yaklaşık 1984 yıllarında renkli televizyonlara dönüştü. Uzun süre çatı antenleri yerini korudu.
Günümüzde ise televizyonları cebimizde taşıyoruz artık. Akıllı diye bilinen telefonlar bu görevi görüyor.
Bu arada uydu denilen şey neye uydurulduysa çatılardan antenler de kaldırıldı. Çünkü “Çanak anten” denilen farklı bir şekle büründü. Artık kimse çatıya çıkıp anten çevirmiyor…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ZEKİ ORDU
SİYAH BEYAZ TELEVİZYON
Yetmişli yıllardı. Ülkenin üçte birinde elektrik vardı. Elektrik olan yerler ise daha çok ilçe ve il merkezleriydi. Bazı beldelerde de bulunduğu olurdu.
Köylere elektrik yetmişli yılların sonlarına doğru gelmeye başladı. Elektriğe ulaşan köyler kendilerini daha şanslı hissediyorlardı.
Ülkeden yetmişli yılların başlarında televizyonlar yayına girmişti. Ancak elektrik olmadığı için evlere alınmıyordu.
Günlerden bir gün eniştem eve 30 ekran bir televizyon getirdi. Biz bunun nasıl çalışacağını merak ederken; araba aküsüyle çalışabileceğini öğrendik. Tabii eve bir de akü aldık.
İlk günlerin heyecanı ile televizyonu çalıştırırken daha üç gün geçmeden akü bitti. Yani artık daha şarj edemiyordu. Köyümüzün ilçeye uzaklığı 20 km kadardı ve yoldan günde beş veya altı araba anca geçiyordu.
Biz saatlerce yoldan geçen arabayı beklerdik. Bu tam iki üç saatimizi aldığı oluyordu. Şarj etmeyen aküyü ilçe merkezine götürüp onu şarj edecek hale gelinceye kadar orada bırakıp gelirdik. Bir gün sonra tekrar ilçeye gidip “dolmuş olan” aküyü yine aynı merasimle eve getirirdik.
Bu uzun süre böyle devam etti. Evimize elektrik gelmeden üç yıl önce akülü televizyon gelmişti. Biz bu televizyonu artık her programda açmıyor aküsün uzun süre dayanmasını sağlıyorduk.
Ne zamanki köyümüze elektrik geldi artık televizyonumuzu fişe takarak çalıştırmaya başladık.
Kısa zamanda bütün köylü televizyon almaya başladı. Zaten kimin evinin üzerinde anten varsa o evde televizyon vardı demekti. Yani anten demek televizyon demekti.
Elektrik gelmeden önce köy kahveleri de akü ile çalışan televizyonlar almıştı. Erkekler futbol maçlarını buradan takip ederken haftanın bir akşamı kahveler kadınlara bırakılır ve o gece Türk filmi seyrederlerdi.
Elektriğin gelmesiyle kadınların kahveye değil de komşuya gitmeleri sağlanmış oldu.
Siyah beyaz televizyonlarda en çok sabaha karşı olan Muhammed Ali Kıley’in maçlarını seyretmek en büyük meraklarımızdandı.
Yetmişli yıların sonunda başlayan bu yolculuk yaklaşık 1984 yıllarında renkli televizyonlara dönüştü. Uzun süre çatı antenleri yerini korudu.
Günümüzde ise televizyonları cebimizde taşıyoruz artık. Akıllı diye bilinen telefonlar bu görevi görüyor.
Bu arada uydu denilen şey neye uydurulduysa çatılardan antenler de kaldırıldı. Çünkü “Çanak anten” denilen farklı bir şekle büründü. Artık kimse çatıya çıkıp anten çevirmiyor…