İlksiz olmayan bizlerin, sonsuzlukla yoğruluşu, gam elinde savruluşu hem şikayet telinde hem de memnuniyet melodisiyle bir oluşu.
Edebiyatın en kuvvetli çağlar aşan, farklı coğrafyalarda, farklı zaman diliminde aynı hissi farklı araçlarla anlatan, bazen de diğer sanat dallarıyla akraba anlatımlar yakalayan, beşer olmayı aşmış insan olma adaylığı içeren sonsuz ifadesi, hayat bulur sonsuz üzüntü denen en yüksek ve en derin hissin soyut kollarında.
Sonsuz üzüntü...
Mona Lisa'nın yüzüne bakarken gözlerim, Mona Roza' yı okumak. Ve üzerine " Hafız-ı Şirazi'nin muhteşem gazeliyle, ölümlü olmaktan mütevellit sonumuza, çağlar aşan birbirlerine uzak, adamların " sonsuz üzüntü" temasında birleşmeleri. " Kendi zindanını" aşmışların " gam" harmanında, varlık güneşinde aynı gökyüzünün altında birbirlerinden habersiz terennümleri...
Mona Lisa'nın hüzünlü yüzü, savurgan boyanın zaman aşıp gelmiş türküsü ifadesini hissettirir Karakoç'un mısralarında.
[Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar. Işıksız ruhumu sallarda durur.]
Doğu da bir gam aşığı çıkar varoluş sahnesine. Hem resmin encamını hem de Karakoç'un aşkını cem eder gazele. Önce ya da sonra mutlak zaman için vardır. Zamanda ise zaman gerçeğin kendisidir.
Kendi zindanından çıkışının resmi" gam" merdiveninde Hafız'ın o ifadeleri...
[ Ey Aşk ! Ateştir senin nesebin. Niteliğin dumandır kaynağın ise rüzgar. Su, tufana dönüştü; toprak da küle. Senin kokunla ateş, rüzgara karıştı. Şirin'siz her saray Bisütun gibi viranedir. Ferhat'sız her dağ, bir saman çöpüdür rüzgarda. Yedi nesil öteye, bütün atalarımız gamdı. Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu. Rüzgar esince toprağımızdan senin kokun geliyor. Sadece sen kalacaksın, biz hepimiz gidince.]
Dünya denen garip bir gezegende, varoluşun şaşkınlığı içinde tamamlarken bir günü, gam dolar gecenin kalbine...
Bir varoluş masalı bu. İlk tekerlemesi bizden önce söylenmiş. Neresindeyiz masalın, başı nerdedir, sonu ne zaman gelecek. Sonu gelmeli midir? Bizim için her defasında yeniden mi başlar. Bu masal, uyumamız için mi. Yoksa, uyanmaya mı bu masal...
İnsan, varoluşunun karanlık dehlizlerinde düşünürken hayalini aydınlatan ışığı, sessiz ve sakin bir deliriş yerleşir tebessümüne. Aynasız ve suretsiz olan bu oda sadece tasvirin kudretiyle beslenir. Işıksız bir odada saatlerce kalıp, sükunun zehrini anlamak, aynasız bir odayı ve sahip olduğu karanlığı aydınlatır. Varoluşu anlamak gayretiyle en azından bir karanlık gecesini feda etmemiş bir insanın gündüzünden ne beklenir ki...
Bu sancılar, bu kelimeler arası üstün seçki hassasiyeti...
Bunu yaptıran gamdır.
Son günlerde çok dinlediğim bir şarkının gölgesiz manada tecellisi, yüreğin en ıssız köşesine bile dokunan, söyleyiş kudreti en az manası kadar doğurgan o mısralarla veda edelim.
Yağmur yağar taş üstüne
Bir yar sevdim baş üstüne
Sensiz gün doğsa
Gölgem yok...
Yorum yaz