SON DAKİKA
Hava Durumu

2020'de 2023'e

Yazının Giriş Tarihi: 06.04.2023 00:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.04.2023 00:00
Malum, memleketin işletim sistemi “Demokrasi”
Kendine has işleyiş tarzı ile olmazsa olmazımız.
Sadece bizim için de değil.
Dünyanın neresinde olur isen ol, fark etmez!
Yalnız birkaç şartı var, görsek de görmesek de.
Bir: Yeraltı zenginliğin olmayacak!
İki: Ülken, uluslararası kavşakta olmayacak!
Üç: Devletin, paylaşılan pastadan pay almayacak! komşusu ile dahi ticaret yaparken, icazet alacak!
Dört: Milletin, tarih şuuruna sahip olmayacak! Var ise de köklerinden değil, dal ve budaklardan medet umacak!
Beş: Ekonomin orta halli olacak! Ne olduracak ne öldürecek!
Altı: Sosyal yapın kurcalanmaya müsait olacak! Bazen etnik, bazen dini; kaşımaya müsait olacak!
Bu liste uzadıkça uzar.
Velhasıl, mühendisliğin her türlüsüne müsait olmalısın.
Aksi halde, demokrasi senin neyine?
Yerin altını üstünü de peşkeş çekip, milletin ağzına da bir parmak bal çaldın mı, kimse gelip sormaz sana “Demokrasi verem mi” diye.
Zaten lazım olursa, onlar kullanıma hazır halde getirip teslim ederler kucağına.
“İstemezük” deme fırsatı bile bulamazsın.
“Her eve lazım” versiyonları hali hazırda tutulur, gerekli görüldüğünde ise sen bile anlamazsın; nerden gelmiş, nasıl gelmiş?
Alt veya üst fark etmez, insan aklının son tahlildeki hediyesidir, fani dünyaya.
İstesek de istemesek de “Aldım, kabul ettim” dedirtirler insana.
Çok badireler atlatmamıza karşın, yamalı bohça misali, yuvarlana yuvarlana, başını gözünü kıra kıra götürmeye çalışıyoruz.
Kendimize uyarlamaya çalışsak da okuyamadığımız kodları olsa gerek ki pek de başarılı olamıyoruz.
Geçmişte sol olarak sınıflandırılan partilerde sıklıkla görmeye alışık olduğumuz ama günümüzde sağ cenaha da fazlasıyla sirayet eden bölünmeleri, işin erbabı “gereklilikten” diye yorumlayabilir.
Ve dahi bu gereklilik için fasikül dolusu yazı kaleme alınabilir.
Akşamdan sabaha olmayan bu hadiselerin evvelindeki gerekçeleri ortaya sürülen hususları ise her daim alıcı bulur.
Kimi makama tav olur, kimi sıfa.
Kimileri de gizle tuttukları öfkelerinden mütevellit intikam duygularına.
Kimi geride durur korkar vebalinden, kim kendini parçalar nefsinden.
Elbette ki hepsinin dilinde, geçer akçe kabilinden kendine has söylemler eksik olmaz.
Sonrasında ne mi olur?
 Koyulur sandık ortaya, sayılır pusulalar.
Toplumda karşılığı olanlar devam eder yola, fos çıkanlar: patlak lastikle gider tozlu raflara ya da bir başka partini garajına. Ola ki bir gün lazım oluruz diye…
Seçmenin hissiyatına cevap vermek maksadıyla siyaset sahnesinde boy gösterenler, karşılık da bulur ama seçmenin desteği yeterli olmaz bu demokrasilerde. Söz sahibi olan seçmen, hüküm sahibi sayılmaz, zira aklı ermez bazılarının erdiği meselelere.
Balans ayarına sebebiyette verebilir seçmen.
Periyodik bakıma alınarak; resetlenmesi, yeniden dizayn edilip güncellenmesi de gerekebilir.
Ta ki oy sahibinin aklı başına gelene, doğru istikamete yönelene kadar.
Kafası “Bidon!”, hafızası “Balık!” olan ve sürekli “Göbeğini kaşıyan!” millettin aklı başına ancak böyle getirilebilir, değil mi?
Kısacası; isteme(me)lerine rağmen, zaruretin gereğidir ayarlamalar.
Demorasinin rayına girmesi, devletten de, milletten de daha önceliklidir bu cenah açısından.
Allah sizi inandırsın, öyledir.
Öküzün altında buzağı aramayın sakın!
Varsa, yoksa bizim iyiliğimiz (!) içindir bunca çaba.
Kim uğraşmak ister, darbelerle, ihtilallerle?
Onca uğraşa değer mi bir koltuk için?
Sonrasında ise sil baştan yola revan olmak, arzu ettikleri bir durum değil ki?
Yeniden; yasa yazdıracaksın, parti kurduracaksın, seçime gideceksin.
Bin bir pazarlıkla hükümet kurduracaksın, “O” kuramazsa “Buna” yetki vereceksin.
Ülke “Fakru zaruret içinde, harap ve bitap düşmüş” önemli mi?
Azgın azınlığın mutluluğu her şeyin üstünde öyle Demoklesin kılıcı gibi boşuna mı duruyor?
Önemli olan ‘Demokrasi’nin kazanması!
Çok şükür (!) her daim kazanırdı!
Olmazsa olmazımız olan; sandık, seçim, meclis ve güçlerin ayrılığı ilkesi yeniden hayat bulur.
Lakin değişen dünyada, ülkelerin ve o ülkelerde yaşayanların da değişime uğraması kaçınılmaz.
Can acıtan durumlar, tercihleri de etkiliyor.
Güven sarsılıyor, çare sandıkta aranıyor.
Sandık ta öyle kolay kolay gelmiyor artık ortaya.
Seçmen de biliyor ki sandığın gelişi ile gidişi arasında cebinden para çıkıyor.
Vatandaş, her şeyi olduğu gibi demokrasiyi de finanse ediyor.
Verdiğinin de karşılığını istiyor.
Karşılık bulamadığında ise farklı arayışlara giriyor.
Seçmenin bu tavrı; siyaset etme heveslilerinin, yerinin kaybetmişlerin, kendini vaz geçilmez zannedenlerin de iştahını kabartıyor.
Hal böyle olunca, yeni partiler ile tanışmamız da bir nevi mukadderat oluyor.
Son zamanlarda kurulan partiler ise bu tezi, tez olmaktan çıkarıyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiş olması ile birlikte gerek Cumhurbaşkanı seçimi ve gerekse de hükümet kurma süreçlerinde yaşanan kısır çekişmelerin son bulması, bazı kesimlerin bu çekişmeler ve anlaş(a)mamalar üzerinden elde ettiği kazanımların minimize edilmesi, zannımca Türkiye Büyük Millet Meclisindeki sandalye dağılımının önemini ve üstün olmanın ne anlama geldiğini gözler önüne serdi.
Sistemin aradığı 50+1 (yani oyların yüzde ellisinde, bir oy fazla) sonuç, partilerde isteyerek veya istemeyerek (ki her iki kesim açısından haklı gerekçeler de öne sürülüyor) kendi aralarında çatı kurma gereğini doğurdu.
Malum olduğu üzere bu çatı oluşumları; Cumhur ve Millet ittifakı şeklinde hayat buldu.
Cumhur İttifakı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimlerinin galibi oldu.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Ak Parti kadrolarının ağır topu olarak görülen; bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış ismi Abdullah Gül üzerinden yapılan görüşmeler neticesiz kalmış, Millet ittifakı parçalı bir yapı ile katıldığı seçimlerde yüzde 47 buçuk gibi bir oy almıştı.
Her iki ittifak arasındaki farkın kapanabilecek oranda olması ile “benzemezler” olarak adlandırılan ve siyasetin uç noktalarında bulunan partilerin (ki burada da bir parantez açmak gerekiyor çünkü HDP’nin meclis kürsüsünden ilan ettiği iş birliği, İyi Parti tarafından halen daha reddediliyor) bir araya gelmesi, sandıkta birbirine destek vermesi yerel seçimlerde meyvesini verdi, İstanbul ve Ankara gibi şehirler Ak Parti’den CHP’ye geçti.
AK Parti karşıtlığından öte; Erdoğan “Gitsin” anlayışında olan, tevdi edilecek göreve amade, dünden razı kesimlerin varlığı ise herkesin malumu.
İyi Parti’yi de bu konumda gören, kabul eden ve yorumlayanlar olmasına karşın, yönetime hakim olan ya da Ülkücü tabanda karşılığı olan kadronun, pek de öyle düşündüğünü zannetmiyorum.
Taban açısından baktığımda; 20 yıllık iktidar döneminde sistem dışına itilmiş kadroların varlığını görmek için özel bir çaba sarf etmeye gerek yok, gün gibi âşikar.
Sebebi ister FETÖ olsun, isterse başka bir yapı ama bu bir realite olarak ortada duruyor. Saadet Partili seçmenin de bu anlayışla hareket ettiğini ve tepkili olduğunu görebiliyorum. Partilerin genel veya yeel yöneticileri ile tabanları arasında uyumsuzluk var mı var. İnkara da gerek yok.
Anlamaya çalıştığım taraf ise bir dönem Ak Parti’de siyaset etmesine, etkin ve yetkin kılınmasına rağmen, günümüzde mantar misali türeyen partiler.
Onların hedefleri ne?
Ak Parti’nin eskisi ama bugünü yenisi olanların kurdukları partiler, dün hangi yetkiyi kullanamadılar, hangi eşiği aşamadılar?
Onları sıfır noktasından alarak siyaset kurumu ile tanıştıran, yüksek yüksek makamlara ulaştıran; bir liderden, bir partiden intikam mı alacaklar, seçmene umut mu olacaklar?  
Evvel emirde şunu kaydetmem gerekir ki ne Davutoğlu’nun ne Babacan’ın ne de Gül’ün şahsı değildir muhataplığımızın gerekçesi.
Bir dönem yöneten kadronun içinde yer almış ama sonrasında devre dışı olmuş bu devlet büyüklerimizin; tekraren ve kendini yüceltmiş yapıdan ari, özgürlüğünü ve bağımsızlığını ilan etmiş şekli ile alakalıdır.
Ak Parti aklı ne görmüştü Davutoğlu’nda da milletvekili, bakan, başbakan yapmıştı?
Yine aynı akıl, neden partinin dışına itivermişti?
Değişen ne idi?
Öncelikle gördüğüm; ikinci bir Erdoğan heveslisi olmasıdır.
Sanki ondan öncesi hiç var olmamış, tek yetkili merci kendisi imiş gibi davranmasıdır, beklediği değeri bulamamasının altında yatan gerçek.
Her Ak Partilinin oturduğu makama Erdoğan sayesinde oturduğu gerçeğini göremedi.
İzin verilen ancak yanlış olmasına karşın sahiplenilmek zorunda kalınan icraatlarının faturasını ödeyen de hem iktidar hem de millet oldu.
Var eden irade de faturayı Davutoğlu’na kesti.
Aksi halde Ak Parti’ye kesileceği, gün gibi aşikardı.
Babacan ise ekonominin başında tutulan ve Ak Partili bir bakan iken hatırı sayılır bir karşılık buldu seçmende.
Adeta kabinenin ve hükümetin değil de salt Babacan’ın başarısı gibi algılandı sokakta ama gerçek öyle değildi. Başarısızlığın olduğu kadar başarının da sahibi Ak Parti’ydi, Erdoğan’dı.
Gelişen süreç, değişen konjonktür; ekonomik tercihlerin de değişmesini gerektiriyordu ama Babacan uyum sağlamayı değil de ayak diremeyi tercih etti. Bugün de aynı akıl ile siyaset sahnesinde varolma mücadelesi veriyor.
Neticesinde de yollar ayrıldı.
Battı batıyor, gitti gidiyor denilen Türkiye ekonomisi, piyasaya pompalandığı kadar tahribata uğramadı. Kabul etmek gerekir; dümende ki kadar, rotayı belirleyenin de istikamet ve neticeden sorumluluğu var.
Demek oluyor ki ülkede ekonomiden anlayan tek isim Babacan değilmiş.
Başka anneler de başka yiğitler doğura biliyormuş.
Ve de yiğidin biri babalar gibi özgürlüğünden vaz geçebilirken, yiğit olarak bildiklerimiz; “yerim dar, oynayamıyorum” diyebiliyormuş. Hatta sonrasında ise oyun bilmediğini söyleyip, kenardan izlemeyi tercih edenler, şarkıdan türküden anlamam diyenler, orkestra şefliğine bile göz dikebiliyormuş!
Oysa; Davutoğlu ile Babacan, orkestra içinde birer enstrümandır, seçmen nezdinde.
Eksikliği hissedilebilen ancak ikamesi mümkün olarak görülen.
Ak Partili seçmenin de “Neredeler” diye pek dertlenmediği isimler.
Öyleyse bu çabanın nedeni sadece nefsani olarak görülebilir mi diye sorulursa, zannetmiyorum diye cevap verebilirim. Ancak beşer olmaları hasebiyle “Belki” ibaresini şerh düşmek maksadıyla kullanabilirim.
“Peki kardeşim bu adamlar boş tenekemi?”
Sümme haşa!
Ya neden?
Nedenini de kendi hissiyatımla anlatayım, yazının bütününde olduğu gibi…
Meselenin özü, geçirilen onca seçimin ardında oluşan Cumhur İttifakı oylarının yüzde 50 ve üzerine konuşlanmasıdır. Ki Erdoğan’ın oyu, bu rakamın da çok üstündedir.
Dedim ya sistem 50+1’e endeksli diye.
İste bütün hesaplar, Cumhur İttifakından alınacak oylara yönelik. Küsuratın önemi yok ama toplamdaki etkisi çok. Erdoğan’ın oyu 50’nin altına çekilirse, kahraman olacaklar ve pay kapacaklar. Olmazsa da sessizce köşe çekilip, bir sonraki hamleye kadar antrenman yapacaklar.
Oylarını küsurat olarak tabir etmemi de farklı bir noktaya çekmeye gerek yok.
Eğer gün gelir, teşkilatlanmaya başlar ve kurucu olmak için toplumda karşılığı bulunanlardan teşkil ekipler sıraya girerse, belki oyları “Diğer” hanesine yazılan parti olmaktan kurtulurlar.
Bir yıldır sürdürülen görüşmelerin, toplantıların, yuvarlak masa etrafında verilen pozların, bağırıp çağırmaları, racon kesmelerin, tehdit etmelerin ne kadar fayda verdiğinin gün yüzüne çıkmasına da fazla bir zaman kalmadı.
Hepi topu 14 Mayıs 2023 gecesi âyan olacak.
Şimdilik tabanda öyle bir karşılık bulmaları zor görünüyor. Kaldı ki Ak Parti ile yolları ayrılmış, yollarının ayrılma ihtimali yükselmiş, bir nevi Erdoğan’dan çizik yemiş isimlerle yürümekse bu ihtimali daha da güçlendiriyor.
Bu denklem içinde “GÜL” nerede mi duruyor?
Bu sorunun cevabı diğer sorulardan daha da kolay; yumurtalar aynı küfeye konulmuyor.
Kaldı ki seçmen nezdinde karşılığı olmayan o kadar aktör ile boy gösteriliyor ki, faydasından çok zararının olacağını ya bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar.
Millet İttifakı nezdinde en yıpratıcı oluşum ise Muharrem İnce’nin kurduğu Memleket Partisi oldu.
“Gel Muharrem”, “Sarayın Adamı” tabirlerine maruz bırakılan, CHP’ye yakın haber kanallarında dahi hor görülen Sayın Muharrem İnce, bir yılı aşkın süredir sağ cenahtan ayrıştırlan seçmenin toplamından daha fazlasını, Millet İttifak’ından tek hamle ile kopartacak sinerjiye sahip.
Kendisini Cumhurbaşkanı olarak görüp, ülkeyi teslim etmeyi hedefleyen ancak partisinde genel başkan olmasına müsaade etmeyen irade ile de bir anlamda hesaplaşmış olacak.
Seçimlerin ikinci tura kalması halinde takınacağı tavır ise ya kendisini kalıcı aktör ya da kullanışlı aparat konumuna taşıyacak.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.